Bu konu ile ilgili bilgileri Fuzuli'nin "Kerbela Şehitleri" isimli eserinden vereceğiz.
Adem (a.s.)'ın çektiği belanın beyanı:
"Adem (a.s.), cennetten çıkıp da gurbet ülkesinde serserice dolaşmak zorunda kalmış bulunuyordu ise de Hz. Hüseyin (a.s.) Medine'den ve Mekke'den ve Hazreti Resul'ün (s.a.v.) türbesinden mahrum olup, Kerbela toprağında, gurbet ülkesinde eziyetlere uğradı. Cefalar çekti, mihnetler gördü.
Adem (a.s.) yalnız bir oğlunun öldürülmesi ile üzüntü duydu ama Hz. Hüseyin (a.s.) ise bir çok çocuğunun ve yakınının şehadetini gözü ile gördü. İşte bundan dolayı daha çok üzüldü ve gözyaşı döktü." (s. 32)
Nuh (a.s.)'ın çektiği belanın beyanı:
"Kenz'ül-Garaib'de yazıldığına göre, Nuh'un gemisi tufan günlerinde her tarafı gezip dolaştı ve Kerbela ülkesine de ulaştı. Kerbela ülkesinde Cayiriyye denen yere geldiği zaman orada şaşırıp kaldı, durdu ve hareket edemez oldu.
Hz. Nuh (a.s.) bu hâli görünce hayrete düştü. Nida geldi ve "Ey Nuh! Burası o yerdir ki, "Benim Ehl-i Beyt'imin hâli, Nuh'un gemisinin haline benzer" sözü gereğince Ehl-i Beyt kan deryasına gömülürler. Ehl-i Beyt'in ileri gelenlerinin çoğunu, burası hayran edecektir" dendi.
Hakikaten de biraz düşünürsek, bu söz Ehl-i Beyt'in hâline pek de uygundur.
Hadis-i sahihin gereğince Nuh'un gemisi Ehl-i Beyt-i risalettir. Zira bunlar da nefsanî isteklerine uymuş bulunan inatçıların ve haksızlık edenlerin musibetlerinin ve haksızlıklarının dalgalı denizlerinde fırtınaya yakalanmış, Kerbela çölünün tufanına düşmüşlerdi. Her kim Ehl-i Beyt'e sığındı ise, masiyet belasından kurtuldu. Ehl-i Beyt'ten uzak kalan ise, helak oldu.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Hüseyin (a.s.) Medine'den Kûfe'ye doğru yola çıktığı zaman yedi yaşında bir kızı vardı. Bu kız yolculuğa tahammül edemez diye Hz. Ümmü Seleme'nin yanında kalmış bulunuyordu.
Kerbela Vakası'nda Hazreti Seyyidü'ş-Şüheda şehit edilince, siyah kanatlı bir karga gelerek Kerbela'da kanatlarını kanla boyadı ve uçarak Medine'nin yolunu tuttu.
Ümmü Seleme'nin evinin duvarına konup orada kan ağlamaya başladı. Bu ufak masume kız karganın bu vaziyetini görüp, Hazreti Hüseyin (a.s.)'ın şehit edildiğini firasetle keşfetti, feryad-ı figâna başladı.
Hazreti Ümmü Seleme, "Ey masume kız, sana ne oldu, ne diye ağlıyorsun?" dedi.
Kızcağız cevabında, "Ey muhterem hatun! Karga Nuh'un gemisinden haber veren bir kuştur. İhtimal bugün Ehl-i Beytin gemisi, dünyanın kasırgalı ve dalgalı denizinden kurtulmuştur. Onlar bu tehlikeli dünya vartasından kurtulup ilahî yakınlığa yol bulmuşlardır. İşte bu karga da oradan gelip, onlardan haber veriyor" dedi." (s. 34-35)
İbrahim (a.s.)'ın çektiği belanın beyanı:
"İbrahim (a.s.), Nemrud'un ateşine atıldığı sırada, meleklerden yardım kabul etmedi, Şâh-ı Kerbela da, Kerbela'daki musibetlerinde, meleklerden ve cin ordularından yardım istemeyerek onların desteklerine lüzum görmedi.
İbrahim (a.s.) eğer rüyadaki hüküm gereğince oğlu İsmail (a.s.)'ı boğazlamaya konuldu ise, Şâh-ı Kerbela da vaziyetin iktizası gereğince, birkaç evladını ve yakınlarını fedâ eyledi.
İsmail, kendi varlığının nakdini Hak yolunda koymaya hazırlandı ise, Kerbela Şâhı da, bundan daha yüksek bir makam elde ederek şehitlik derecesine yükseldi.
Ehl-i Beyt İmamlarından nakledildiğine göre: Kerbela şehitleri için dökülen her gözyaşı damlası, şeref sedefinde birer inci olup hesap gününde, günahların affedilmesine sebep olur. Amellerin sahifesinden kara çizgileri siler ve günahı ortadan kaldırır." (s. 47)
Yâkub (a.s.)'ın belaya düşmesinin beyanı:
"Nakledildiğine göre, Hazreti İmam Zeynelâbidin de Kerbela Vakası'ndan sonra hep ağlardı. Yalvararak kendisine, "Ey İmam, bu kadar çok ağlama sabret" dediler.
İmam buyurdu: "Ey azizler! Beni bu işte mâzur görün.
Hazreti Yâkub gönderilmiş bir peygamberdir. On iki oğlundan birini kaybetmişti. Kaybettiğinin bulunmasında da ümitvar iken o kadar ağlamıştı ki, gözünün karasını gözyaşı seli ortadan kaldırmış ve gözlerini görmez etmişti. Benim ulu babam ve değerli amcalarım, kudretli kardeşlerim gözümün önünde şehit edildiler, dünyadan göçüp ahirete gittiler. Ağlarsam haksız mıyım?" (s. 67)
"Allah Allah! Ne güzel bir vakı'adır ki, Yusuf cefâlar görüp, zindana düşüp, Yakub'a haber gönderdi, dertten kurtuldu.
Kerbela çölünün mihnet zindanına düşmüş bulunan Kerbela'daki kavmin cefâsına uğramış bulunan Kerbela şehidi Hüseyin (a.s.) ise, Hazreti Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in pâk türbesine hâlini arz ettiği zaman tahammülün en yüksek derecesine vardı da, kardeşleri ve akrabaları birer birer gözü önünde şehitlik şerbetini içti ve kendisi yalnız kalıp müteessir olmadı ve sarsılmadı, durdu." (s. 68)
Kelimullah Musa (a.s.)'ın belaya düşmesinin beyanı:
"Yardımcıların ve yakınlarının az ve sayılı olmasına rağmen, Firavun'un vefasına göğüs gerdi, tahammül eyledi. Kavminin budalalarının ezâsına sabretti, onların çeşitli eziyetlerine dayandı ve şükretmeye devam eyledi. Hakikaten onun hâlindeki sıkıntıların ağırlığı Kerbela Şâhı'nın vakı'alarına çok benzer.
Kerbela Şâhı da düşmanların saldırmasından bıkıp usanmış ve Hazreti Resul-i Ekrem'in mübarek türbesinin civarını bırakıp, yakınlarından ve ülkesinden mahrum kalarak, Kerbela çölünde musibetlerin tuzağına düştü ve sıkıntılara atıldı fakat sarsılmadı doğru fikri asla değişmedi." (s. 78)
İsa (a.s.)'ın belaya düşmesinin beyanı:
"İsa (a.s.) tek başına yaşayan dünya evine girmemiş, fânilik ipliğinin ucunu tutmuş, iğne gibi dünya varlığının deliğinden geçip fâni dünyaya ait ne var ne yoksa terk etmiş ve yalnız yaşamak yolunu seçmiştir. Yahudi zümreleri ona iftiralar atmış, töhmetler uydurmuş, muhalefet yoluna gitmişlerdi.
Nitekim Hazreti Şâh-ı Kerbela'nın da kendisinin müstehak ve layık bulunduğu halifelik hükmünü ele aldığından sonra Şah-ı Kerbela'ya karşı da tecavüzler vâki oldu.
Hazreti Resulüllah (s.a.v.)'in türbesinin mücavirliğini ve türbedarlığını seçip orada oturmuş iken, ümmetin haksızlık ve zulüm yolu tutan ve nefsanî isteklere tâbi olan güruhu tarafından muhalefetle karşılanıp, zorla kolundan tutarak bela denizine atılıp, fânilik girdabında boğuldu." (s. 79)
Eyyub (a.s.)'ın belaya düşmesinin beyanı:
"Ey azizler, şimdi eğer sabırlı Eyyub, mallarının elinden çıkmasına ve evlatlarının ölümlerine nasıl sabır kıldı ise, Kerbela şehidi de evinin, barkının, ailesinin dağılmasını, kardeşlerinin evladının, yakınlarının ve akrabasının şehid edilerek öldürülmelerini, gözü önünde görüp sabretti.
Eyyub'un vücudunda dört bin yirmi kan emen böcek var idiyse, Kerbela şehidinin mübarek vücudunda da yüz bin parlak ok karargâh kurmuş duruyordu." (s. 83)
Zekeriyya ve Yahya (a.s.)'ın belaya düşmelerinin beyanı:
"Şevahid'ün-Nübüvve'de İmam Zeynelâidin (a.s.)'dan nakledildiğine göre, Hazreti İmam Hüseyin (a.s.) da Mekke'den çıkıp Kûfe'ye doğru yol aldığı zaman her konak yerine vardığında hep Yahya (a.s.)'ın macerasından bahseder ve şöyle buyururdu:
"Cefakâr dünyanın merhametsizliği ve zâlim zamanenin son derece büyük haksızlığını görün ki, Yahya (a.s.) gibi sâlih ve temiz bir zâtın mübarek başı, yakışmaz iş tutan fuhuş yoluna giden bir kadına hediye edilmişti."
Saad İbn-i Cübeyr'in rivayet ettiğine göre, bir gün Hz. Resul (s.a.v.), Kerbela Vakası'ndan haberdar olup, "Acaba o gariplerin intikamını o zâlimlerden kim alacaktır?" diye düşünürdü. O zaman Hazreti İzzet'ten vahiy geldi:
"Ya Resulallah! Zekeriyya'nın (a.s.) oğlu Yahya (a.s.) için yetmiş bin –bir rivayete göre yüz yetmiş bin– kâfir katledildi. Kerbela şehitleri için yetmiş kere yetmiş bin münafıkın katledilmesi gerektir."
Gerçekten de verilmiş olan bu vaad yerini buldu. Zira Muhtar İbn-i Ebu Ubeyde-i Sakafî ve Müseyyib İbn-i Ka'ka el-Huzaî ve İbrahim İbn-i Mâlik Eşter Nahaî ve Ebu Müslim-i Mervezî birbirlerinin ardından ortaya çıkarak başkaldırıp, Âl-i Resulün (s.a.v.) düşmanlarının çoğunu zamanın sahifesinden sildiler. Bunları mahvedip, onların kanlarından, mazlumların gözyaşlarının seli gibi oluklar akıttılar.
Uyunü'r-Rıza'da yazıldığına göre Mehdi-i Âl-i Muhammed, Kerbela şehitlerinin katillerinin geride kalan diğer nesillerini de yeryüzünden silecek, tümden ortadan kaldıracaktır. O Hazretin kanının karşılığı ve intikamın şartı o zaman yerini bulacaktır ve bu Hazret tarafından tamamlanacaktır." (s. 89-90)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in çektiği belaları bildirir:
"Ravzat-ül Ahbar kitabında yazar ki:
Abdullah Vakkas oğlu Urve'den sordular:
"Resul Hazretlerine (s.a.v.) Kureyş'in ileri gelenlerinden gelen cefâların çoğunu bilirsin. En şiddetli ve en dayanılması güç cefâlar hangisidir?"
Urve cevap verdi: "Bir gün Kureyş büyükleri toplanıp Hazreti Muhammed (s.a.v.) hakkında görüşmeye başladılar. Dediler ki: "Biz bu öksüz çocuğun niçin derdini çekelim. Gelin el ele verelim onun kanını dökelim."
Hz. Fatıma (a.s.) bu konuşmayı haber aldı ağlaya ağlaya Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in yanına gelerek, "Babacığım, Kureyş halkı seni öldürmeye azmetmiş" dedi.
Hazreti Resul (s.a.v.) asla üzülmeyip, endişe duymayarak ona cevap verdi: "Ey kızım, Bana biraz su hazırla. Abdest mü'minlerin silahıdır. Kendimi o silahla hazır tutayım. Namaz zırhı da Müslümanların kalesidir. O zırhı sırtıma alayım!"
Hazreti Muhammed, abdest alıp evinden çıktı. Mescidü'l Haram'a ayak bastı. Eline birkaç tane taş parçası aldı. "yüzlerine…" diyerek o taş yüreklilerin tarafına saçtı.
Rivayet edilir ki, hiçbirinin göz açmaya vakti olmadı ve hiçbiri o Saadet Burcu Yıldızının geldiğinin farkında olmadılar. O taş parçaları her kime dokunduysa, Büyük Bedir Gazası'nda hepsi öldürüldü. Nitekim Ebu Cehl, Şeybe, Utbe, Ümeyye Ammare, Allah'ın kabul ettiği dua okunun hedefi oldular ve din yardımcılarının elinde ölüme vardılar.
Kerbela Vakası'nda da yirmi iki bin Şam askerinden ve Kûfeli neferlerden her biri, Hazreti Hüseyin'in dua okuna hedef olup o yıl içinde bin belaya uğrayıp dünyadan gittiler." (s. 98)
"Kenzi'l-Garaib'de Ebu Câfer'e isnad ile şu rivayet nakledilmektedir:
"Bir gün bir tanığı gördüm. Kür olmuştu. Ona sordum:
- Ey birader! Sen görürdün. Ne sebep oldu ki gözünün nuru gözsüzlüğün karanlığına boğuldu?
O cevap verdi:
- Ey aziz! Kerbela Vakası'nda ben Ziyadoğlu Ubeydullah'ın askeri içindeydim. O vakadan sonra evime döndüğüm zaman bir gece rüyamda Hazreti Resul (s.a.v.)'i gördüm. Bir mescid içinde mihraba yaslanıp oturmuştu. Çevre ve yanında sahabeler halka olmuştu. Hazreti Hüseyin (a.s.) yaralı uzuvları ve kanlı elbiseleri ile zulüm ve gadırdan şikayet edenler gibi karşısında durup hâlini bildirdi.
Kerbela şehitlerini ve onların katillerini birer birer getirdikçe Resul-i Ekrem (s.a.v.), "Kılıçla darb ediniz ve ateşte yakınız diye işaret ederdi. Zebaniler onları öldürüp ateşte yaktıkça onlar yine yeni bir hayat bulup ve yeniden o azaba uğrarlardı. Ben bu türlü ceza verilmesinin sertliğinden korkarak Hazreti Peygamberin (s.a.v.) himayesine sığınıp O'ndan yardım istemek dileğiyle, "Esselam-u aleyke ya Resulallah!" dedim.
Hazreti Resulüllah (s.a.v.) selamımı almadı. Kızgın gözü ile bakarak, "Ey Allah'ın düşmanı! Niçin benim hürmetimi saymadın?" dedi.
Ben, "Ya Resulallah! Hak Teala bilir ki, ben kılıç çekmedim" diye cevap verdim.
"Kılıç çekmediğinde doğru söylüyorsun. Ama düşman askerinin kapkara topluluğuna sebep olmuştun" dedi.
Sonra, "ileri gel, bu kanlı leğene bak" diye buyurdu.
Leğene baktım, içi kan doluydu.
Bana, "Ey bahtsız, bu benim ciğer köşemin kanıdır!" dedi. Bir mil ile o kandan gözüme bir sürme çekti. O korku ile uyandım. Bütün dünya gözümde karanlık oldu." (s. 98-99) Prof. Dr. Haydar Baş İmam Hüseyin eserinden)